Sayın Editör,
Öztürk ve Evrin’in Bulletin of Cardiovascular Academy’de yayınlanan “Perkütan Koroner Girişim Uygulanan Hastalarda Trigliserid/Glikoz İndeksinin Koroner Arter Hastalığının Şiddetiyle İlişkisi” başlıklı makalesini büyük bir ilgiyle okuduk (1). Çalışma, özellikle perkütan koroner girişim (PCI) uygulanan hastalarda, koroner arter hastalığının (KAH) şiddetinin bir öngörücüsü olarak trigliserid/glikoz (TyG) indeksinin potansiyel rolü hakkında değerli bilgiler sunmaktadır. Çalışma iyi yürütülmüş ve önemli bir klinik soruyu ele almış olsa da, bulguların sağlamlığını ve genelleştirilebilirliğini daha da artırabilecek bazı yapıcı geri bildirimler sunmak istiyoruz.
Çalışmaya makul bir örneklem büyüklüğü olan 416 hasta dahil edildi. Ancak yazarlar, dahil etme kriterlerinin göğüs ağrısıyla gelen ve tek bir kurumda PCI uygulanan hastalarla sınırlı olduğunu belirtmektedir. Bu, bulguların asemptomatik hastalar veya farklı klinik sunumlara sahip hastalar gibi diğer popülasyonlara genelleştirilebilirliği konusunda endişeler yaratmaktadır. Gelecekteki çalışmalar, bulguları farklı ortamlarda doğrulamak için çok merkezli bir tasarımdan ve daha çeşitli bir hasta popülasyonunun dahil edilmesinden faydalanabilir. Yazarlar regresyon analizlerinde bazı karıştırıcı faktörleri düzeltirken, diyet, fiziksel aktivite ve lipid düşürücü ilaçların kullanımı gibi diğer olası karıştırıcı faktörler dikkate alınmamıştır. Bu faktörler TyG indeksini ve CAD şiddetini önemli ölçüde etkileyebilir (2, 3). Bu değişkenlerin gelecekteki analizlere dahil edilmesi, TyG indeksi ve CAD arasındaki ilişkiye dair daha kapsamlı bir anlayış sağlayacaktır. Çalışma, TyG indeksi için %80 duyarlılık ve %85 özgüllüğe sahip 5,21’lik bir kesme değeri önermiştir. Bu değerli bir katkı olsa da, bu kesme değerinin bağımsız bir kohortta doğrulanması, klinik uygulamada güvenilirliğini ve uygulanabilirliğini sağlamak için yararlı olacaktır. Ek olarak, bu kesme değerinin farklı hasta alt grupları (örneğin; diyabetliler ve diyabet olmayanlar) arasında değişip değişmediğini araştırmak, klinisyenler için daha ayrıntılı bir rehberlik sağlayabilir (4). Çalışma, PCI sırasında TyG indeksi ile SYNTAX skoru arasındaki ilişkiye odaklandı. Ancak, TyG indeksinin bu hasta popülasyonunda majör olumsuz kardiyovasküler olaylar gibi uzun vadeli kardiyovasküler sonuçları da tahmin edip etmediğini araştırmak ilginç olacaktır. Bu, TyG indeksinin prognostik bir araç olarak klinik önemini daha da güçlendirebilir (5, 6). Çalışma, TyG indeksi ile KAH şiddeti arasında bir korelasyon kurarken, altta yatan mekanizmaları ele almamaktadır. İnsülin direnci, lipid metabolizması ve KAH arasındaki olası biyolojik yolların tartışılması, gözlemlenen ilişkiler hakkında daha derin bir anlayış sağlayabilir ve olası terapötik hedefler önerebilir (7, 8).
Sonuç olarak, Öztürk ve Evrin’in (1) çalışması, KAH şiddetini değerlendirmede TyG indeksinin potansiyel faydasını vurgulayarak literatüre önemli bir katkıda bulunmaktadır. Gelecekteki çalışmalarda yukarıda belirtilen noktaların ele alınması, bu umut verici biyobelirteçin klinik uygulanabilirliğini ve bilimsel titizliğini daha da artırabilir.